17 Aralık 2017 Pazar

Yazara Takılan Kanat: Bilinç Akışı Tekniği

   Alışılagelmişin dışında bir anlatım olabilir çünkü bu yazının devamında bilinç akışı tekniğini, tam da bilinç akışı tekniğini kullanarak anlatacağım.
   Birazdan anlatacaklarımı doğrular nitelikte şu ikazda bulunacağım: eğer bu cümlemi dahi okuyorsanız muhtemelen bilinç akışı tekniği başarılı olmuş demektir. Yazının bitiminde bu cümleleri silmek çok kolay olacak ama silersem ne yazık ki bir sonraki yazıyı yazmak bu kadar kolay olmayacak! Yeterince enteresan geldiyse, haydi başlayalım.
   Bilinç akışı tekniği aslında bir çeşit yazarın düşünme gafletinden sıyrıldığı, kimliğinin ona yüklediği sorumlulukları üstlenmediği ve olabildiğince doğal bir şekilde zihninden geçen her şeyi hiçbir sansür ya da düzeltmede bulunmadan rahatça yazdığı bir sığınaktır. Yazar, zihnin en çalkantılı olduğu zamanlarda bu tekniğin gücüne sığınarak bu durumdan yara almadan sıyrılmayı başarır. Ben bu durumu kendi içimde, yazarın hareketini kısıtlayan yüklerden -çeşitli endişe ve sorumluluklardan- kurtulup, kanatlarına takılan bir kanat -bilinç akışı tekniği- şeklinde metaforlaştırıyorum. Böylece yazar gökyüzünde özgürce uçabiliyor hatta Schopenhauer' ın "asıl amaç" olarak belirttiği "kendini gerçekleştirme" durumuna erişebiliyor.
   Dünya edebiyatında ve Türk edebiyatında bu tekniği kullanan onlarca yazar var. Bu isimlerden muhtemelen bizim en tanıdıklarımız: Oğuz Atay, Virginia Woolf, James Joyce, Dostoyevski, Salinger... Ben bu listeye doğruluğundan emin olmamakla birlikte bu tekniği kullandığını düşündüğüm Montaigne ismini de eklemek istiyorum. (Neden böyle düşündüğümü bir sonraki yazılarımın birinde özel olarak inceleyeceğim.) Aslında hangi yazarın bu tekniği kullandığını yazarın kendi ağzından duymak haricinde tam olarak saptayabilmek epey güç çünkü belirli sınırları olan bir teknik değil. Bu konuda yapılan çalışmalarda tarih boyunca hangi yazarın bu tekniği kullandığı sorusu edebiyatçılardan ziyade psikanalizcilerin ilgi odağı olmuş. Bu isimlerden biri de psikanalizin kurucu ünlü filozof Sigmund Freud olmuştur. Bazı kaynaklarda bilinç akışı tekniğinin, Freud' un psikanaliz kuramını yayınladıktan sonraki dönemlerde "serbest çağrışım metodu" ndan etkilendiği ve Freud' dan sonra edebiyata kazanıldığı şeklinde ifadeler de mevcut olsa da, Freud' un bilinç akışından etkilendiği fikrini daha olası bulduğumu ancak bu konu hakkında net bir yargıya ulaşacak kadar bilgi sahibi olmadığımı belirtmek isterim.
    Freud, insanın kendisi hakkında doğru ve salt bilgiye ulaşması için zihninin arkaplanında gerçekleşen hesaplaşmalardan tamamiyle kurtulmasının şart olduğunu savunur. Böylelikle kişi psikolojik rahatlığa erişecek ve aranan bilgi ortaya çıkacaktır. Bu durumun yazarlarla olan ilişkisi ise şu şekilde zuhur eder: Yazar kapıldığı düşünce girdabının içinde yazma hızı ile düşünce hızı senkronizasyonunu sağlamakta güçlük çeker, zihni oldukça dolu olmasına rağmen doğru kelimeyi doğru yere yerleştiremez, zihninden geçenleri kaçırmamak ve ilham kaybolmadan kaydetmek için henüz yazının başını yazarken sonunu yakalamaya çalışır; bu sırada oldukça dikkati dağılmış ve kafası yeterince karma karışık olmuştur; kelimeler birbirine girer ve yazmak oldukça güç bir haldedir bu durumun sonucunda ise bir çeşit "yazamama kaygısı" ortaya çıkar. Yazamama kaygısı tam olarak: anlatım bozukluğu yapma, noktalama işaretlerini yanlış kullanma, düzgün cümle kuramama ya da kurguda teknik hatalar yapma şeklindedir. Bunun sonucunda ise yazar, okuyucu ile bir anlaşma yapmaktadır; bu girdaptan kurtulana kadar yazar kurduğu cümlelerin tamamında Freud' un serbest çağrışım tekniklerini kullanacaktır, bilincinden akan bütün kelimeleri tüm saltlığıyla kağıda aktaracak ve bunun sonucunda meydana gelebilecek tüm mesuliyetlerden muaf olacak ancak bunun karşılında girdaptan kurtulunda geriye dönüp cümlelerini düzeltmeyecek ve hatalarını mazur gören okuyucuya karşı verdiği sözlere sadık kalacaktır. Elbette ki en nihayetinde yazarın anlaşmayı yaptığı okuyucu da yazarın kendisi de aynı kişidir. Aslında tutulan bu söz, yazara ait bir erdemlik gösterisi değil, bir sonraki girdaptan da yara almadan çıkabileceğine emin olmamasından kaynaklanan korkunun dışa vurumudur. Nihayetinde yazar bilir ki şimdi yapacağı ihlal, bir sonraki uçuşta sırtındaki yüklerden tamamiyle kurtulamamasına sebep olabilir; tekrar özgürce uçabilmek için yalnızca bir kanada değil yüklerinden kurtulmaya da ihtiyacı vardır.
   Yazının bitiminde yazar, uzun zamandır yazmaya ara verdiği bloguna tekrar post atacak olmanın heyecanı ile irkilir; bunca zaman yazıp yazıp sildiği, anonim bloglarda yazdığı ama sonrasında onları dahi sildiği, sonunda sancısını "bilinç akışı defteri" adını verdiği defterlerinde rastgele yazılar yazarak dindirmeye çalıştığı ama bu defterlerin bir dolabın rafında unutulmaya yüz tutmasına vicdanın el vermemesi üzerine tekrar okuyucularla paylaşmak istediği tüm yazılarını hiçbir yük altında kalmadan blogta paylaşmaya karar verir. Yazarın güzel yazdığına dair hiçbir iddiası yoktur ancak düşüncelerini ve hissettiklerini tüm saflığıyla yazıp bu yazdıklarını rahatça insanlarla paylaşacak cesareti vardır.
   Yazar tam noktayı da koyup postu paylaşacağı sırada yazının başı ile sonu arasındaki uyumsuzluğa özellikle dikkat çeker ve bilinç akışı tekniğinin tam da böyle olduğunu anlatabilmenin gururunu yaşar.
   Son olarak işin pirlerinden birine sözü bırakır, Virginia Woolf Dalgalar adlı kitabında şu şekilde kanatlarını takıp uçmuştur:
 
   "Hayat sürüp gidiyor. Evlerimiz üzerinde durmadan değişiyor bulutlar. Bunu yapıyorum, şunu yapıyorum, sonra yine bunu; arkasından şunu. Buluşarak, ayrılarak değişik biçimleri bir araya getiriyoruz, değişik düzenler oluşturuyoruz. Ama bu izlenimleri tahtaya çakmaz, içimdeki bir sürü adamdan bir tek adam yapmazsam, uzak dağlardaki kar çelenkleri gibi parça parça değil de burada ve şimdi var olmazsam, bürodan geçerken Bn. John’a filmleri sormaz, çayımı almaz, en sevdiğim bisküviyi de kabul etmezsem, kar gibi döküleceğim, harcanacağım."
   



 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder