tag:blogger.com,1999:blog-32610894101208057232024-03-14T06:28:28.082+03:00Sinaps Boşluğundaki EvrenHilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.comBlogger12125tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-12031818207942643392019-04-07T13:15:00.000+03:002019-04-07T13:15:09.996+03:00Pablo Neruda'dan Bir Ağır Ölüm Ağır ağır ölür alışkanlığın kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.<div>
<br /><div>
Ağır ağır ölür duygudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerine siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine "i" harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına keskinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: "yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir."</div>
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-20265594030483622852019-01-25T21:21:00.000+03:002019-01-25T21:22:19.582+03:00Kendini Gerçekleştirmek Hayatımda hiç “uçmaktan sıkıldım, bugün de yürüyeceğim” diyen bir kuş görmedim. Bugün yüzgeçlerimi yormayacağım diyen balığa, bugün de bal yapmayacağım diyen arıya rastlamadım hiç.<br />
Epey bir zamandır hayatta verilen kararların mantıklılığı üzerinde düşünüyorum. Gözümüzde büyüttüğümüz ve fazlasıyla ciddiye aldığımız gelecek kaygılarının altında yatan sebepleri bulmaya çalışıyorum. “Ben neden bu insanlar gibi düşünmüyorum yahut onlar neden benden farklı düşünüyor?” sorularının cevaplarını arıyorum.<br />
<div>
Bildiğim bir şey var ki o da şu an gençlik yıllarımı yaşamakta olduğum. Bu yıllar çok hızlı geçecek ve bunun farkındalığında olmama rağmen o gün geldiğinde şaşıracağım. Dünyalık hırslarımız, uğruna mücadele ettiğimiz arzularımız, kafamıza dert ettiğimiz pişmanlıklarımız bir gün bütün değerini yitirecek. Belimizi bağladığımız şu dünya, bir gün toz olup uçtuğunda, genelin “olması gerektiğini düşündüğü” şekilde yaşayacak kadar ciddi bir yer olmadığını kanıtlayacak. İşte o gün geldiğinde, geriye bir tek “bıraktığımız güzellikler” kalacak. </div>
<div>
Bu konu hakkında siz nasıl düşünüyorsunuz bilemem. Ama ben şu hayata gelmiş olmanın boşuna olmadığı kanaatindeyim. Evren bu kadar enteresan iken onun içinde varolmuş olmak, haftasonunu beklemekten daha anlamlı bir şey olmalı. Mesai saatlerinin bitmesini beklemekten, bir yaz tatilinde harcamak için tüm kış boyunca çalışmaktan ve bu şekilde hayatın geçip gitmesinden daha farklı bir şeyler olmalı. Hayat, bir başkasına hava atmak için lüks arabalar, pahalı kıyafetler almaktan; pahalı restoranlarda yemek yemekten daha farklı amaçlar uğruna harcanması gereken bir kavram olmalı. </div>
<div>
Bir hayvan olan bizler, diğer türlerimizden biraz farklıyız. Bu farklılığımız doğanın geri kalanının aksine uzun gösterişli tüyler, keskin pençeler, devasa kanatlar ya da kesici dişler değil. Genel olarak hayvanların doğada var olmasını sağlayan bu üstün bedensel özelliklerden yoksunuz ve şu an bu yazıyı yazıyor olmamı da tam da bu “eksikliğimize” borçluyum. Türümüzün bu bedensel eksikliği, başka bir özelliğimizin eşi benzeri görülmemiş bir şekilde gelişmesine sebep oldu: akletme yeteneğimizin. </div>
<div>
Bu sebeptendir ki, bugün de uçmayacağım diyen bir kuş göremezsiniz. Hiçbir balık bugün de yüzgecimi kullanmak istemiyorum demez; hiçbir arı, bal yapma görevini ertelemez. Doğanın kanunu budur, bir canlıda bir özellik varsa onu kullanmak zorundadır. Kullanmazsa körelir, yaşamını sürdüremez, yeni nesiller veremez. Bizler de homo sapiens olarak sahip olduğumuz bu düşünme yeteneğimizi kullanmak zorundayız. “Neden geldik, neden yaşıyoruz?” bu sorular yalnızca cevabını filozofların düşünmesi gereken sorular değil. Bu sorular bizim varoluşumuzun amacı. </div>
<div>
Bir gün benim karşıma çıkıp ilerde pişman olacağımı söyleyen insanlar olacaktır. İşte o insanlar benim neler hissettiğimi ve neler yaşadığımı asla tam anlamıyla anlayamayacaklar. Bu yazıyı da bunun için yazdım, o gün geldiğinde onlara bugün neler hissettiğimi az da olsa anlatabilmek için. </div>
<div>
Onlara ya da kendime. </div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-3166158793029836502019-01-12T14:44:00.000+03:002019-01-12T14:46:06.787+03:00Bilinçakışımdan Notlar #1<br />
Bugün biraz daha farklı bir şeylerden bahsetmek istiyorum.<br />
İnsanları anlamıyorum.<br />
İnsanların mücadelelerini anlayamıyorum. Herkesin, her şey normalmiş gibi, sonunun belirsizlik olduğu bu acımasız maratonda gaflet içinde bir hiç uğruna verdikleri mücadeleyi anlamıyorum.<br />
Bu hızlı ve yoğun yaşamın içinin bomboş oluşuna anlam veremiyorum.<br />
<br />Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-32440055546988015442018-11-04T21:27:00.001+03:002018-11-04T21:27:30.292+03:00Cadılar Bayramı Fizyolojisi <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-FnFnx1o4FnM/W98HDcV9J7I/AAAAAAAAAjA/h2ENoICzqnkmkRGRfu4tZjT9o5ygo_f6gCLcBGAs/s1600/HALLOWEEN-PUMPKINS-580-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="321" data-original-width="580" height="221" src="https://4.bp.blogspot.com/-FnFnx1o4FnM/W98HDcV9J7I/AAAAAAAAAjA/h2ENoICzqnkmkRGRfu4tZjT9o5ygo_f6gCLcBGAs/s400/HALLOWEEN-PUMPKINS-580-1.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
"Denizde kol gezen köpekbalıklarından kaçma dürtüsü bizi binlerce yıldır sağ tutuyor." diyor Eleanor Cummins Popular Science dergisinin kasım sayısında. Biyolojide korku, bir organizmanın yaşamını tehdit altında gördüğü zaman ortaya çıkan tetiklemeler şeklinde tanımlanıyor. Her ne kadar milyarlarca yılda genlerimize yerleşen bu duygu bizi hayatta tutmak amacıyla oluşsa da, günümüzde gerçekleştirdiğimiz bir çok davranışın hatta bazı toplum davranışlarının temelinde yer alıyor. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Geçtiğimiz günlerde hepimizin bildiği üzere dünya genelinde Cadılar Bayramı adı verilen, korku temalı, kökeni Antik Britanya' daki pagan Keltlerin kutladığı Samhain Festivali' ne dayanan özel bir gün kutlandı. Sosyal medyada kendini yapay kan ile boyayan insanları görmenin her ne kabak tadı verdiğinden hayıflansam da, bu insanlar, korkunun fizyolojik temellerini merak edip bu temeller üzerine araştırma yapmaya karar vermeme sebep oldu. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Korku anında ilk olarak beynin limbik sisteminde yer alan amigdala bölgesi uyarılır. (<a href="https://sinapsboslugundakievren.blogspot.com/2018/02/muazzam-ucleme-limbik-sistem-1.html">amigdaladan bahsettiğim önceki yazımı okumak için tıklayabilirsiniz</a> ) Amigdala, bu stresli durumda beynin "savaş ya da kaç" ikilemini gerçekleştirdiği bölgedir. Beynimizdeki bu badem biçimli bölge öyledir ki, biz henüz bilinçli olarak olayı ele almadan etkinleşir ve sempatik sinir sistemini etkiler. Bu esnada, beynin mantıklı bölgeleri olan hipokampüs ve frontal korteks (ön kabuk) devreye girer ; algılanan görsel ve işitsel girdinin gerçekten bir tehdidi gösterip göstermediğini analiz eder. Amigdaladan gelen sinyaller ise hipotalamusa ulaşır. Bu da endokrin sistemde hummalı bir faaliyet başlatır ve stres hormonları da diyebileceğimiz, adrenalin ve kortizol seviyesinde ciddi bir artış gözlemlenir. Bu hormonlar nabzı ve solunum hızını artırırken akciğerlerdeki küçük hava yollarını genişletir. Böylece kaslarımıza daha fazla oksijen ulaşır ayrıca endokrinden gelen sinyaller glikozu ve diğer enerji saklayan molekülleri depodan çıkarıp kana karıştırır; kan da en başta amigdalamızın oluşturduğu ikilemin cevabına göre kaslara hücum eder. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Geçmişte denizde kol gezen köpekbalıklarından palyaçolara... Sizce de çok ilginç değil mi?</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Kaynaklar:</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
1- Popular Science Türkiye Sayı: 79</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
2- Osman Başyurt, "Korkunun Çekiciliği: Korkacağımızı Bile Bile Neden Korku Filmlerini İzleriz?" https://evrimagaci.org/korkunun-cekiciligi-korkacagimizi-bile-bile-neden-korku-filmlerini-izleriz-5196</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-28735099533762459472018-06-09T13:03:00.000+03:002018-06-09T13:58:44.713+03:00Neden Örümceklerden Korkarız?<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-0rULvNdk-Hs/WxulbK0GB4I/AAAAAAAAAe8/x2NwZP82p30Fh4PF1h6F-uvVp8Xg-cAPwCLcBGAs/s1600/%25C3%25B6r%25C3%25BCmcek.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="627" data-original-width="940" height="212" src="https://2.bp.blogspot.com/-0rULvNdk-Hs/WxulbK0GB4I/AAAAAAAAAe8/x2NwZP82p30Fh4PF1h6F-uvVp8Xg-cAPwCLcBGAs/s320/%25C3%25B6r%25C3%25BCmcek.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bugün bizler, milyarlarca yıl önce yaşayan atalarımızın yaşadıkları mücadeleler sonucu elde ettikleri ve elde edemedikleri tecrübelerinin sonucuyuz. Milyarlarca yılda yoğurulan bu eşsiz düzeni gözlemlemek hiç de zor değil; tüm canlılıkta da gözlemleyebileceğimiz gibi, bize en yakın olan canlıda, kendimizde de gözlemleyebiliriz. Günlük hayatta karşılaştığımız bir çok durum bu evrimimizin sonucudur. Atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan yiyeceklerin tadını beğenir, türümüzün devamını sağlayacak biyolojik donanımlara sahip bireyleri çekici bulur, yaşamımızın her alanında geçmişte yaşayan atalarımızın tecrübelerinden ders çıkartırız. Örneğin, uçak yolculuğundan çok daha tehlikeli olmasına rağmen uçaktan korkar, arabadan korkmayız; çünkü geçmişte yaşayan atalarımızın hiçbiri yüksek hızı deneyimlememiştir ve genetik bir travma söz konusu değildir. Ancak, geceleri yırtıcı hayvanlardan korunmak için ağaç tepesinde uyuyan ve düşme tehlikesi ile yaşayan atalarımız, yükseklikten korkmayan bireylerin daha çok kaza geçirmesi üzerine yükseklik korkusunu bize miras bırakmıştır.<br />
<div>
Tabiat, her zamanki gibi bu eşsiz düzeni ile işlerken; iki gün önce Barış Özcan, Youtube kanalında, bir bilim insanının sıçrayan bir örümcekten nasıl ilham aldığını anlatan "Örümceği eğitip sıçratabilir misiniz?" adlı bir video yayınladı. Bu video bir soru ile başlıyordu: "Örümcekten korkar mısınız?"</div>
<div>
Evrimsel psikolog Joshua New bu soruya şöyle yanıt veriyor: "Etrafta dolaşıyorsanız ve yerde bir tane örümcek ile bir tane iğne var ise, örümcekten ziyade iğneye basma eğilimi gösterirsiniz."</div>
<div>
İnsandan kat kat küçük olan bu hayvanlarla aramızda ne gibi bir munasebet çıkmış olabilir? Başka bir deyişle, bu minik hayvanlar türümüzü nasıl tehdit etmiş olabilir? </div>
<div>
Columbia Üniversitesi' nden Joshua New' e göre, omurgalı hayvanları hedef alan güçlü zehirlere sahip bir grup örümcek Afrika' yı insanlardan önce işgal etmişti. Burada onlarla on milyonlarca yıl boyunca bir arada yaşadık. Atalarımız olan insanlar bu yüksek zehirliliğe sahip örümceklerle her an, tahmin edilemez bir şekilde ve ciddi anlamda yüksek bir riskle karşılaşma ihtimaline sahiplerdi. Bir karadulun ısırığı sizi öldürmese bile, atalarımızın bulunduğu zamanlarda bireyi günlerce ve haftalarca etkisiz hala getirebilirdi. Bu da, dış etkenlere tamamen açık ve savunmasız hale gelmenize neden olurdu. </div>
<div>
Barış Özcan' ın sorusuna ben de bir başka bir soru ile yanıt verdim; sizde başka sorular ile yanıt verebilirsiniz. Gözlemlemek ve araştırmak için diplomaya değil, meraka ve sorulara ihtiyacımız var! Son olarak, bana soru sordurduğu için Barış Özcan' a teşekkür ederim. </div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kaynaklar:</div>
<div>
1- Gürkan Akçay, "İnsanlar Örümceklerden Neden Çok Korkar?" , https://bilimfili.com/insanlar-orumceklerden-neden-cok-korkar/</div>
<div>
2- Çağrı Mert Bakırcı, "Örümcek Korkusu, Evrimsel Süreçte Genlerimize Kazınmış Bir Korku!" , https://evrimagaci.org/orumcek-korkusu-evrimsel-surecte-genlerimize-kazinmis-bir-korku-3498</div>
<div>
3- Janet Fang. "Why Are Humans So Afraid Of Spiders?", http://www.iflscience.com/plants-and-animals/our-fear-spiders-innate-not-learned</div>
<div>
4- Barış Özcan, "Örümceği eğitip sıçratabilir misiniz?", https://www.youtube.com/watch?v=B8pJQqgNz-Y</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-49699208155020528182018-03-05T17:10:00.001+03:002018-03-06T08:27:01.089+03:00Biraz Protein Biraz Yağ Ve Yolunda Gitmeyen Bir Şeyler Var! <div>
Nereden geldiğimi hatırlamıyorum ve birden bire kendimi burada buldum. </div>
<div>
(İki sene önce yazdığım Siyah Gözlüklü Kadın'a göndermelerde bulunacağım. Okumak için</div>
<div>
--><a href="https://sinapsboslugundakievren.blogspot.com.tr/2016/08/siyah-gozluklu-kadn_5.html">https://sinapsboslugundakievren.blogspot.com.tr/2016/08/siyah-gozluklu-kadn_5.html</a> )</div>
<div>
Etrafıma baktığımda sanki her şey gayet normalmiş gibi yaşayan insanlar görüyorum. Her gün Dünya çevresinde bir tur dönüyor, çaya atılan şeker su molekülleri içinde çözünüyor, kalemimden damlayan mürekkep kağıdın üzerinde birbirini tekrarlayan enteresan şekiller çiziyor, elektronlar biz onları gözlemlerken ve gözlemlemezken farklı davranışlar sergiliyor. Hatta tüm evren birtakım parçacık ve alanlardan oluşuyor ve kuvvetler taşıyorlar hatta ve hatta biz tüm bunları kafatasımızın içindeki bir hamur ile algılıyoruz ve hamura hamur diyen de yine aynı hamur!</div>
<div>
Evrenin gerçekten ne olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz bile yok. Biz çevremizi bu hamurla algıladığımız sürece hamurun bize sunduğunun limitleri arasında dolaşabiliriz ancak. Biz evreni beş duyu organımızla algılıyoruz ve algılayabilmek için sahip olmamız gereken ancak sahip olmadığımız özelliklerinin ne olmadıklarını dahi bilemiyoruz. </div>
<div>
Biraz protein, biraz yağ; bir tutam tuz ve içinden geçen bir elektrik. Ben onu düşündükçe elimden çıkardığım eldiven ters yüz oluyor, büyük patlama tersine akıyor, parçacık ve anti parçacık bir araya geliyor.</div>
<div>
Masamdan kalkıp pencereden dışarı bakıyorum ve bir yere yetişmek için acele eden insanlar görüyorum, kollarındaki saate bakıyorlar ve birbirlerine selam veriyorlar. Hava durumu, politika ve tuttukları takımın izlemesi gereken stratejik yolları hakkında konuşuyorlar. Bir hapishane içerisinde acı çekerek bankamatik ekranındaki rakamların artması ile günü bitirmeyi umuyorlar. Bir diğeri bu rakamları marka amblemlerine tercih ederek bir homo sapiensten daha fazlasıymışçasına değer göreceğini düşünüyor. </div>
<div>
Ömrümüzü saçma bir listeye bağlı kalmak zorunda hissederek bitiriyoruz. Manasız toplum yargılarıyla onların "başarı" olarak addettiklerine ulaşmak için çaba harcıyoruz. Bunu gerçekten anlamıyorum! Etrafımıza ya da kendimize bakmak kafi, içinde bulunduğumuz evren çok garip ve akıl almaz bir düzene sahip. Nasıl bunca insan aklını kaçırmıyor anlamıyorum. Dışarıdan gelen sesler korkmamızı gerektirecek bir izlenim uyandırmasa dahi oturup yaz tatilini beklemek yerine duvarları yumruklamak çok daha mantıklı bir hareket olsa gerek.</div>
<div>
Sizi bilmem ama bankamatik ekranındaki rakamların uzunluğu ile CV kağıdındaki paragrafların uzunluğu beni daha değerli yapacaksa, üzgünüm o kişi ben değilim.</div>
<div>
Biraz protein, biraz yağ, biraz tuz... </div>
<div>
İtiraf etmeliyim, bir homo sapiensten asla fazlası değilim!</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-34689880617678804152018-03-05T15:39:00.002+03:002018-03-06T12:41:03.437+03:00Sülfürik Asite Neden Su Eklememeliyiz? <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-Z1sL-lqCgMI/Wp0zm3kWzmI/AAAAAAAAAbc/yKF6meyQ1FAjgghxkr9BPOp7t2SK2CP1gCLcBGAs/s1600/s%25C3%25BClf%25C3%25BCrik.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="122" data-original-width="150" src="https://3.bp.blogspot.com/-Z1sL-lqCgMI/Wp0zm3kWzmI/AAAAAAAAAbc/yKF6meyQ1FAjgghxkr9BPOp7t2SK2CP1gCLcBGAs/s1600/s%25C3%25BClf%25C3%25BCrik.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Birçok organik bileşiğin ayrılma (eliminasyon) tepkimesinde "sülfürik asit katalizörlüğünde" ifadesi yer alır. Kendisi reaksiyonda yer almamasına rağmen reaksiyonun gerçekleşmesinde oldukça büyük bir öneme sahip olan bu madde, reaksiyon boyunca ne yapmaktadır?</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Sülfürik asit Cabir Bin Hayyan' ın keşfi ile kimyaya katılmış; yapısında bir kükürt, dört oksijen ve iki hidrojen bulunan dolayısıyla polar olan ve yoğunluğu oldukça yüksek, renksiz bir sıvıdır.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-r7fgCufxZpo/Wp01_bU9aUI/AAAAAAAAAbo/IafzNr8ehGU3zGz2H-Euh-gKxkpihGMZgCLcBGAs/s1600/150px-Sulfuric-acid-2D-dimensions.svg.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="100" data-original-width="150" src="https://4.bp.blogspot.com/-r7fgCufxZpo/Wp01_bU9aUI/AAAAAAAAAbo/IafzNr8ehGU3zGz2H-Euh-gKxkpihGMZgCLcBGAs/s1600/150px-Sulfuric-acid-2D-dimensions.svg.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Atomlarının bulunduğu konum nedeniyle içerdiği kimyasal bağlar dengesiz bir elektronegatifliğe sahiptir. Bu sebeple ortama 2-propanol gibi farklı karbonlara bağlanmış hidroksit ve hidrojen içeren moleküller konulduğunda sülfürik asitin kısmi pozitif ve kısmi negatif değerleri ile diğer organik bileşiğin kısmi pozitif ve kısmi negatif kısımları arasında oluşacak olan kuvvet, organik bileşiği bir arada tutan kuvvetlerden baskın olacaktır. Bu durumu şunun gibi düşünebiliriz: uzay boşluğunda seyahat eden bir uzay gemimiz olsun. Yer çekiminin az olduğu bir ortamda uzay gemimizin alt kısmına bir iple o ipin o ortamda kolaylıkla taşıyabileceği bir cisim yerleştirelim. Uzay gemimizi bulunduğumuz ortamdan daha büyük bir yer çekimi içeren bir gezegene park edecek olursak uzay gemimiz gezegene yaklaştıkça ipe bağladığımız cismin ve uzay gemimizin ağırlığı artacaktır dolayısıyla bir süre kütle çekim kuvveti ip gerilimine baskın olacak ve cismimiz biz aracı daha park etmeden gezegene düşecektir. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Sülfürik asitli ortama konulan 2-propanol kendisini gezegene yaklaşan uzay gemisi gibi hisseder ve büyük bir kuvvetle hidroksit ve hidrojenlerini kaybeder, hatta öylesine kaybeder ki bunun sonucunda yaklaşık 880 kj ısı açığa çıkar! Eğer bunu kendimiz yapmaya kalkarsak ekzotermik tepkime sonucu ani bir şekilde yukarı çıkarken kabarcıklar oluşturan suyun öfkeli bir şekilde kaynadığına şahit oluruz. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Siz siz olun sülfürik asite su eklemeyin! </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-54151755317816615622018-02-11T12:35:00.000+03:002018-02-11T12:35:01.007+03:00Muazzam Üçleme: Limbik Sistem -1 Bir cuma akşamı, her cuma olduğu gibi, tüm gün yorulmuş ve sıkılmış bir kafayla eve gelip tam o saatte telefonuma gelen bir bildirimle birlikte Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi' nde fizyolog olan sevgili Serkan hocamızın canlı yayınını açmış ve hoşsohbetini dinliyordum. Suprakiazmatik çekirdeğin sırkadiyen ritim üzerindeki etkilerinden bahsediyordu, sorduğum sorulara çok güzel yanıtlar verdi ve o sırada, geçen hafta anlattığı limbik sistemin hafıza üzerindeki etkileri hakkında şaşırtıcı ve etkileyici bir deneyim yaşadım.<br />
Birkaç saat öncesinde, bir konuyu hafızama kaydetmek için saatlerce ders dinlemiş ve bireysel çalışmalarımda soru bankalarından konuyla alakalı onlarca soru çözmüştüm; artık kelimelerin yerlerini bile kağıda baktığımda algılayamaz hale gelmemle birlikte girdiğim geometri sınavı da artık bulunduğum duruma tuz biber olmuştu. Buna rağmen, enteresan bir şekilde Serkan Karaismailoğlu' nun anlattıklarını dikkatle dinliyor ve konsantrasyon sorunu yaşamıyordum; hatta daha önce anlatmış olduğu tüm konuları, kullandığı terim anlamlı kelimeler de dahil olmak üzere tamamiyle hatırlıyor ve daha önce okuduğum kitaplardan ve diğer öğretici kaynaklardan öğrendiğim bilgilerle mantık haritası çıkarabiliyordum üstelik bu konular hakkında tek bir soru bile çözmemiştim (!)<br />
Bu durumun nasıl gerçekleştiği hakkındaki sorumu "plasebo etkisi" deyip basite indirgeyebilirdim ancak limbik sistemi tam bilmemekten kaynaklanan sorum, limbik sistem hakkında daha çok bilgi edinmemi sağlayacak bir meraka yerini bırakmıştı.<br />
Limbik sistem; beynin hippokampus, amigdala, hipotalamus ve singulat girus bölgelerinin birlikte oluşturduğu yapıdır. Singulat girus, diğer üçüne göre daha arkaplanda olduğundan limbik sistem hakkında genellikle üç yapıdan oluştuğu şeklinde bahsedilir. Şimdi bu yapılara biraz daha yakından bakalım. Kabaca limbik sistem, "duygu kontrolü"nün gerçekleştiği bölgedir. Öfke, korku, seksüel davranışlar gibi hayvani davranışlar bu bölge tarafından kontrol edilir. Şimdi bu sistemi oluşturan yapılara biraz daha yakından bakalım.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<img alt="İlgili resim" height="400" src="https://2.bp.blogspot.com/-TwRLCpY_jmM/To8z4RDog-I/AAAAAAAAAAk/Nmrritm3BlM/s400/brain.jpg" width="289" /><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
Hipokampüs, görselde de görüleceği gibi talamusun altında yer alan, küçük, eğri bir oluşumdur. Filogenik olarak en eski beyin kısımlarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Hipokampüs, denizanasını andıran görüntüsü sebebiyle Yunanca' da denizanası anlamına gelen kelimeden (hippocampus) isim almıştır. </div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<br />
Hipokampüs, yakın hafıza ve öğrenme ile ilgili işlevlere sahip olan bir bölge olmakla birlikte çıkarıldığında anterograd amnezi adı verilen öğrenme ve hafıza yeteneğinin kaybolması durumu gözlemlenir. Kısa süreli belleğin uzun süreli bellek haline gelmesi için uyarılar gönderen yer de burasıdır. Bunun dışında yer hafızasının da hipokampüs merkezli olduğu yapılan bilimsel araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Yani İstanbul' da bir yerden bir yere giderken nerede bulunduğumuzu algılamamızı sağlayan ve birnevi navigasyon işlevi gören yegane yapı hipokampüstür. Kadın beyni ve erkek beyni arasındaki bir ufak hipokampüs farklılığından dolayı mekansal algı farklılığı da ortaya çıkmıştır. Bunun için küçük bir deney yapabilirsiniz; sokağa çıkıp insanlara yol tarifi talep ettiğinizde erkeklerin genellikle "Şu kadar metre sonra sola dönün, şu kadar ilerleyin" gibi ifadeler kullandığını, kadınların ise genellikle "Şu renkte bir apartmandan sağa dönün karşısında şu niteliklerde bir görsel çıkacak" gibi ifadeler kullandığını fark edeceksiniz. Elbette her beyin birbirinden farklı olduğu için istisnalar olacaktır fakat genelleme yapmak çok da zor olmayacaktır. <br />
<br />
Hipokampüsün hafıza ve mekansal öğrenme dışında duyguların bastırılması (davranış inhibisyonu) görevi de bulunmaktadır ki bu belki de insanlığın evriminin en önemli dönüm noktasıdır. İçgüdüsel davranışları erteleyebilme kabiliyetimiz insan ırkının hayatta kalma mücadelesini galibiyetle sonuçlandırmasını sağlamıştır. İnsan hipokampüsünün bu üstün yeteneği gelecek planları yapmış, yeryüzünde bir medeniyet kurmuştur. Bizler bu günlerde vaktimizi sosyal medyada ve benzeri geçici zevkler ile geçirdiğimizde beynimiz ilkelleşme durumu göstermekte, zevkleri erteleyediğimizde ise gelişme göstermektedir. O halde ne kadar az instagram, o kadar gelişmiş bir zihin.<br />
<br />
Yazının daha da uzun olmaması ve çabuk harekete geçebilme isteğimden dolayı limbik sistemin diğer elemanlarını bir sonraki yazılarımda paylaşacağım. Sonrasında ise en enteresan olayları, evrimsel bağlantıları ve günlük hayatta yaşadığımız ve çoğu zaman fark etmediğimiz bazı olayların mekanizmasını şimdi öğrendiğimiz limbik sistem elemanları ile açıklayıp beyin fırtınasında bulunacağız. Muazzam üçlemenin bir diğer bölümünde görüşmek üzere.<br />
</div>
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-57153905032621234402017-12-30T20:19:00.003+03:002017-12-30T20:19:53.114+03:00Bell' in Uzay Gemisi Paradoksu<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"><span style="font-size: 14px;"> </span> </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-eLATsYNhsKg/WkfJmRAPUlI/AAAAAAAAAag/gcoiKtH57Ygv3y_ZYUL6vBizAGzh_LeogCLcBGAs/s1600/350px-Dewan-Beran-Bell-Paradox.svg.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="203" data-original-width="350" height="185" src="https://4.bp.blogspot.com/-eLATsYNhsKg/WkfJmRAPUlI/AAAAAAAAAag/gcoiKtH57Ygv3y_ZYUL6vBizAGzh_LeogCLcBGAs/s320/350px-Dewan-Beran-Bell-Paradox.svg.png" width="320" /></a></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"> Birbiriyle özdeş iki uzay gemisi düşünelim. Ardından bu iki uzay gemisini hassas bir ip veya tel ile birbirine bağlayalım. Düşünce deneyimizi gerçekleştireceğimiz eylemsiz çerçeve ise S olsun. Bu iki uzay gemisi S' ye göre ölçüldüğünde eşit olarak ve aynı anda ivmelenmeye başlasınlar. Böylece S' deki tüm zamanlarda aynı hıza sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu nedenle uzay gemileri aynı uzunluk daralmasına bağlı kalırlar. Bunun sonucunda tüm sistemin S referansında başlangıçlardaki uzunluklarına göre eşit olarak daraldığını görürüz. Böylece ilk başta telin ivmelenme boyunca kırılmaması gerekir. </span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"> Fakat duruma düşünce deneyimizin sahipleri Bell, Dewan ve Beran böyle demiyor. Onlara göre, başlangıçtaki uzunluklarına göre iki gemi arasındaki uzaklık Lorentz daralmasına uğramamaktadır. </span><span style="font-family: sans-serif;"> </span><span style="font-family: sans-serif;">Çünkü S referansında, her iki uzay gemisinin eşit ve aynı anda ivmelenmesi nedeniyle uzay gemilerinin aralarındaki uzaklığın aynı kalması beklenir. Ayrıca, bu iki gemi arasındaki durgun uzaklığın anlık sabit referans noktalarında (S’) artar çünkü uzay gemilerinin ivmeleri eşzamanlılık göreliliği nedeniyle burada eş zamanlı değildir. Diğer yandan, elektriksel kuvvetler tarafından bir arada tutulan fiziksel bir obje olan ip aynı durgun uzunluğu korur. Yani, S çerçevesinde, hareketteki objelerin elektromanyetik alanı dikkate alındığında sonuçlarının elde edildiği Lorentz daralması gerçekleşmelidir. Böylece, her iki çerçevede de yapılan hesaplamalar ipin kopacağını gösterir; S’ çerçevesinde eş zamanlı olmayan ivmelenme ve uzay gemileri arasındaki artan uzaklık nedeniyle ve S çerçevesinde ipin daralması nedeniyle.</span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif;">Not: Wikipedia' dan yararlandım.</span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; font-size: 14px; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<span style="font-family: sans-serif; font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #222222; font-size: 14px; line-height: inherit; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.5em;">
<br /></div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-59305108212427923882017-12-17T21:05:00.002+03:002017-12-22T14:53:35.741+03:00Yazara Takılan Kanat: Bilinç Akışı Tekniği Alışılagelmişin dışında bir anlatım olabilir çünkü bu yazının devamında bilinç akışı tekniğini, tam da bilinç akışı tekniğini kullanarak anlatacağım.<br />
Birazdan anlatacaklarımı doğrular nitelikte şu ikazda bulunacağım: eğer bu cümlemi dahi okuyorsanız muhtemelen bilinç akışı tekniği başarılı olmuş demektir. Yazının bitiminde bu cümleleri silmek çok kolay olacak ama silersem ne yazık ki bir sonraki yazıyı yazmak bu kadar kolay olmayacak! Yeterince enteresan geldiyse, haydi başlayalım.<br />
Bilinç akışı tekniği aslında bir çeşit yazarın düşünme gafletinden sıyrıldığı, kimliğinin ona yüklediği sorumlulukları üstlenmediği ve olabildiğince doğal bir şekilde zihninden geçen her şeyi hiçbir sansür ya da düzeltmede bulunmadan rahatça yazdığı bir sığınaktır. Yazar, zihnin en çalkantılı olduğu zamanlarda bu tekniğin gücüne sığınarak bu durumdan yara almadan sıyrılmayı başarır. Ben bu durumu kendi içimde, yazarın hareketini kısıtlayan yüklerden -çeşitli endişe ve sorumluluklardan- kurtulup, kanatlarına takılan bir kanat -bilinç akışı tekniği- şeklinde metaforlaştırıyorum. Böylece yazar gökyüzünde özgürce uçabiliyor hatta Schopenhauer' ın "asıl amaç" olarak belirttiği "kendini gerçekleştirme" durumuna erişebiliyor.<br />
Dünya edebiyatında ve Türk edebiyatında bu tekniği kullanan onlarca yazar var. Bu isimlerden muhtemelen bizim en tanıdıklarımız: Oğuz Atay, Virginia Woolf, James Joyce, Dostoyevski, Salinger... Ben bu listeye doğruluğundan emin olmamakla birlikte bu tekniği kullandığını düşündüğüm Montaigne ismini de eklemek istiyorum. (Neden böyle düşündüğümü bir sonraki yazılarımın birinde özel olarak inceleyeceğim.) Aslında hangi yazarın bu tekniği kullandığını yazarın kendi ağzından duymak haricinde tam olarak saptayabilmek epey güç çünkü belirli sınırları olan bir teknik değil. Bu konuda yapılan çalışmalarda tarih boyunca hangi yazarın bu tekniği kullandığı sorusu edebiyatçılardan ziyade psikanalizcilerin ilgi odağı olmuş. Bu isimlerden biri de psikanalizin kurucu ünlü filozof Sigmund Freud olmuştur. Bazı kaynaklarda bilinç akışı tekniğinin, Freud' un psikanaliz kuramını yayınladıktan sonraki dönemlerde "serbest çağrışım metodu" ndan etkilendiği ve Freud' dan sonra edebiyata kazanıldığı şeklinde ifadeler de mevcut olsa da, Freud' un bilinç akışından etkilendiği fikrini daha olası bulduğumu ancak bu konu hakkında net bir yargıya ulaşacak kadar bilgi sahibi olmadığımı belirtmek isterim.<br />
Freud, insanın kendisi hakkında doğru ve salt bilgiye ulaşması için zihninin arkaplanında gerçekleşen hesaplaşmalardan tamamiyle kurtulmasının şart olduğunu savunur. Böylelikle kişi psikolojik rahatlığa erişecek ve aranan bilgi ortaya çıkacaktır. Bu durumun yazarlarla olan ilişkisi ise şu şekilde zuhur eder: Yazar kapıldığı düşünce girdabının içinde yazma hızı ile düşünce hızı senkronizasyonunu sağlamakta güçlük çeker, zihni oldukça dolu olmasına rağmen doğru kelimeyi doğru yere yerleştiremez, zihninden geçenleri kaçırmamak ve ilham kaybolmadan kaydetmek için henüz yazının başını yazarken sonunu yakalamaya çalışır; bu sırada oldukça dikkati dağılmış ve kafası yeterince karma karışık olmuştur; kelimeler birbirine girer ve yazmak oldukça güç bir haldedir bu durumun sonucunda ise bir çeşit "yazamama kaygısı" ortaya çıkar. Yazamama kaygısı tam olarak: anlatım bozukluğu yapma, noktalama işaretlerini yanlış kullanma, düzgün cümle kuramama ya da kurguda teknik hatalar yapma şeklindedir. Bunun sonucunda ise yazar, okuyucu ile bir anlaşma yapmaktadır; bu girdaptan kurtulana kadar yazar kurduğu cümlelerin tamamında Freud' un serbest çağrışım tekniklerini kullanacaktır, bilincinden akan bütün kelimeleri tüm saltlığıyla kağıda aktaracak ve bunun sonucunda meydana gelebilecek tüm mesuliyetlerden muaf olacak ancak bunun karşılında girdaptan kurtulunda geriye dönüp cümlelerini düzeltmeyecek ve hatalarını mazur gören okuyucuya karşı verdiği sözlere sadık kalacaktır. Elbette ki en nihayetinde yazarın anlaşmayı yaptığı okuyucu da yazarın kendisi de aynı kişidir. Aslında tutulan bu söz, yazara ait bir erdemlik gösterisi değil, bir sonraki girdaptan da yara almadan çıkabileceğine emin olmamasından kaynaklanan korkunun dışa vurumudur. Nihayetinde yazar bilir ki şimdi yapacağı ihlal, bir sonraki uçuşta sırtındaki yüklerden tamamiyle kurtulamamasına sebep olabilir; tekrar özgürce uçabilmek için yalnızca bir kanada değil yüklerinden kurtulmaya da ihtiyacı vardır.<br />
Yazının bitiminde yazar, uzun zamandır yazmaya ara verdiği bloguna tekrar post atacak olmanın heyecanı ile irkilir; bunca zaman yazıp yazıp sildiği, anonim bloglarda yazdığı ama sonrasında onları dahi sildiği, sonunda sancısını "bilinç akışı defteri" adını verdiği defterlerinde rastgele yazılar yazarak dindirmeye çalıştığı ama bu defterlerin bir dolabın rafında unutulmaya yüz tutmasına vicdanın el vermemesi üzerine tekrar okuyucularla paylaşmak istediği tüm yazılarını hiçbir yük altında kalmadan blogta paylaşmaya karar verir. Yazarın güzel yazdığına dair hiçbir iddiası yoktur ancak düşüncelerini ve hissettiklerini tüm saflığıyla yazıp bu yazdıklarını rahatça insanlarla paylaşacak cesareti vardır.<br />
Yazar tam noktayı da koyup postu paylaşacağı sırada yazının başı ile sonu arasındaki uyumsuzluğa özellikle dikkat çeker ve bilinç akışı tekniğinin tam da böyle olduğunu anlatabilmenin gururunu yaşar.<br />
Son olarak işin pirlerinden birine sözü bırakır, Virginia Woolf Dalgalar adlı kitabında şu şekilde kanatlarını takıp uçmuştur:<br />
<br />
<i><span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;"> "<span style="background-color: white; color: #404040; text-align: right;">Hayat sürüp gidiyor. Evlerimiz üzerinde durmadan değişiyor bulutlar. Bunu yapıyorum, şunu yapıyorum, sonra yine bunu; arkasından şunu. Buluşarak, ayrılarak değişik biçimleri bir araya getiriyoruz, değişik düzenler oluşturuyoruz. Ama bu izlenimleri tahtaya çakmaz, içimdeki bir sürü adamdan bir tek adam yapmazsam, uzak dağlardaki kar çelenkleri gibi parça parça değil de burada ve şimdi var olmazsam, bürodan geçerken Bn. John’a filmleri sormaz, çayımı almaz, en sevdiğim bisküviyi de kabul etmezsem, kar gibi döküleceğim, harcanacağım."</span></span></i><br />
<i><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"> </span></i><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-66285817474875219232017-01-22T17:27:00.000+03:002017-12-31T00:20:17.487+03:00Pembe Kanlı Afrika<div class="MsoNormal">
<h3>
<span style="font-weight: normal;"> <span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> “Ne gelir
elimizden..” diyor Edip Cansever; “İnsan olmaktan başka.”<br /> Geçen gün elime
kahvemi alıp bilgisayarımın başına geçtiğimde Malcolm X hakkındaki haberi
okudum. Aklıma sekiz on yaşlarındayken okumuş olduğum bir kitap geldi. Ne
ismini hatırlıyorum, ne de yazarını ancak okuduğum kurgunun beynimde imgelenen
sahneleri aradan hiç vakit geçmemişçesine aklımda. Amerika’ nın karanlık
geçmişini anlatıyordu kitap, siyahi bir kölenin zorlu hayat hikayesiydi kitabın
konusu. O zamanlar belki de hayatımda hiç bir siyahiyi tanımamıştım ancak
mazlumun yanında olma içgüdüsü bana tanımadığım onca insanı sevmeyi öğretmişti.<br />
Tüm bunların
yanında ise daha farklı bir bakış açısı kazanmıştım: Dünya annem, babam ve okul
arkadaşlarımdan ibaret değilse ve bir yerlerde birbirine zulmeden, savaşan, kan döken ve kanı dökülen insanlar
varsa bu insanlar neden huzur ve mutluluk içinde yaşamayı tercih etmek yerine kaosu
tercih ediyorlardı?<br /> Refah, akıllarında
yalnızca para olanların yönettiği Amerika, Avrupa ve Avustralya ülkelerinindir.
Tüm dünya bu üç kıtanın etrafında pervane olur ve onların tatlı uykusunu
bölmemek adına kanlarını bile sessiz akıtır. Emperyalizmin hüküm sürdüğü dünya her yeni doğan Avrupalıya bir
gözlük verir, bu gözlük onlar ölünceye kadar çıkartılmaz ve vicdan azabı
çekmeden rahat bir hayat yaşamaları için özel olarak tasarlanmıştır. Bizler ise
bu gözlüğe sahip olamamanın vermiş olduğu kıskançlık ile birlikte daha farklı
yöntemler bulmuşuz, her ne kadar uzun bacaklı ve tüylü koca bir cüssemiz olsa
da, görmememizi sağladığı için işe yarıyor bu yöntem…<br /> Zamanında Amerika’
ya göç eden İngilizler sahip oldukları “en sömürgeci” lakabını da kendileri ile
birlikte buraya taşımışlar. Bu ideoloji Amerika üretim ekonomisine tam 20
milyon köle gönderilmesi ile başlamıştır. Bu sistemin dehşetini en çok
iliklerine kadar hisseden ülke madenleri ile ünlü Kongo’ dur. Avrupalılar Afrika’
dan getirdikleri kölelerin kafalarını, iyi çalışamadıkları taktirde kesip evlerinde
dekor olarak kullanmışlardır. O dönemde Avrupalı zenginler aslan avı olan
hobilerini insan avı olarak değiştirmiş, Afrika çöllerinde sportif faaliyet
yapmışlardır. Bunun sonucunda ise 10 milyon Kongolu hayatını kaybetmiş, neyse
ki Avrupalıların canı sıkılmamıştır. Direnenlerin ise eşleri kaçırılmış,
tecavüze uğratılmış, işkenceler ile öldürülmüş, Afrika kıtası üzerinde gelmiş
geçmiş en büyük soykırım yapılmıştır.<br /> Dünya 19. Yüzyıla
girmeye hazırlanıyorken emperyalist devletler Berlin Konferansı’ nda bir araya
gelerek Afrika ülkelerini ve madenlerini aralarında paylaşmışlardır. Bunu görüp
kıskanan Amerika ise seyretmekle kalmayıp bir parçada kendine kapmaya çalışmış,
Albay Mobutu sayesinde CIA ile Kongo üzerinde darbe yapmış, ülke kaynaklarını
Avrupalıların elinden almıştır. Ancak bir süre sonra bir problem çıkmış, Albay
Mobutu Karun gibi zenginleşen Amerikan şirketlerinden pay istemiştir. Neyse ki yedi
ülkenin Kongo’ ya saldırtılması üzerine bu sorun çözülmüştür. Bu saldırılar
sonucu iki buçuk milyon insan hayatını kaybetmiş ancak insan hakları savunucusu
hümanist batının problemi çözüldüğü için pek de önemli değildir.<br /> 2016 tarihine
geldiğimizde ve etrafımıza baktığımızda pek de bir şeyin değişmediğini
görüyoruz. Yöntem aynı, hesap aynı,
gözlükler aynı… “Böl, parçala, iç savaş çıkar, hallet” ideolojisine sahip olan
batı ülkeleri işe yarıyor olmakta olacak ki yöntemlerini değiştirmek gibi bir
zahmete girmemişlerdir. Afrika’ nın suyu emilip posası atıldıktan sonra
sıkılmakta olan yeni limon Ortadoğu’ dur. Avrupa ile Amerika bu ülkelerde
birbirlerini yıkmak için ordu göndermek yerine terör örgütü kurmayı tercih
etmektedirler ve bunun sonucu günümüzde bu ülkeler birbirlerine saldırmaktadır.<br /> Küçükken sormuş
olduğum sorunun cevabını hala bulup bulamadığımdan emin değilim. Ancak bu süre
zarfında edindiğim bilgiler doğrultusunda kafamı biraz da olsa kumdan
çıkardığımda batıya ve doğuya bakmanın dışında bir çölün içinde bulunduğumu da
fark ettim. Birkaç kelime sarfedip yanımdakileri çimdiklemek bütün amacım. Bunu
yaparken sürç-i lisan ettim ise affola… </span></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-weight: normal;"> </span></h3>
</div>
Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3261089410120805723.post-66118554859169770262016-08-05T16:29:00.000+03:002017-12-30T19:54:01.093+03:00Siyah Gözlüklü Kadın<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Siyah gözlüklü kadın kapatıldığı
kutunun açılması için bir haftadan daha uzun bir süre bütün ciddiyetiyle
bekledi, kendisinin buraya neden ve nasıl kapatıldığı hakkında en ufak bir
fikri yoktu. Ama içinde bulunduğu beyaz kutunun dışından gelen sesler ona
korkmasını gerektirecek bir izlenim uyandırmamıştı, insanlar hava durumu ve
politika hakkında konuşuyorlar, tuttukları futbol takımının izlemesi gereken
stratejik yolu anlatıyorlardı. Birkaç gün geçmiş ve cumartesi akşamına kadar
kimse gelmeyince unutulmuş olduğunu düşündü. Bu fikir onun içini ürpertiyordu.
Ancak biraz daha düşündükten sonra çok da korkmadığına karar verdi; dışarısı beyaz kutunun renklerle boyanmış ve
onu yanından geçen insanlara gülümsemek zorunda bırakan haliydi. Yürürken
bürokrasinin bataklığına saplanarak kirlenen paçalarındaki çamuru temizlemeye
çalışmak da cabasıydı. Yine de, onu buraya hapseden kişilerin hapsetmeden önce
onun iznini almamalarına darıldı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Pazar günü kutudan çıkmaya çalıştı, kutunun
dört bir yanında insanlar geçiyor ancak kadına cevap vermiyorlardı. Sonunda
onun sesini duyan birkaç kişi, kutunun içindeki sese sahip olan bu kadını
selamladılar, fakat kadın onlara içinde bulunduğu bu durumu sorunca ona cevap
vermediler ve bir daha konuşmadan çekip gittiler. Ardından kadın tekrar kalktı
ve duvarları yumruklamaya başladı, ancak ses rahatsız edici bir şekilde çıkmış
olacak ki dışarıdan birkaç kişi kadının çıkardığı gürültüden rahatsız
olduklarını söylediler ve bunu yapmaması için rica ettiler. Kadın özür
dileyerek tekrar oturdu ve beyaz kutunun duvarlarını incelemeye devam etti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Onuncu gün kadın tekrar kutudan çıkmaya
çalıştı, sinirlenmişti, öfkeyle kolunu ve bacağını duvarlara savurdu, attığı ne
tekme ne de yumruk işe yarıyordu. Bir süre sonra yere yatıp gelecek planlarını
düşündü, muhtemelen hiç biri gerçekleşmeyecekti, bunun sebebi bir kutuya
hapsolmuş olması değil kelebek etkisinin hüküm sürdüğü bir evrende gelecek
planı yapmanın anlamsızlığıydı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Ertesi gün kutunun sallanmaya başlamasıyla
siyah gözlüklü kadın irkildi, ayağa kalması üzerine kutunun kapağı açıldı ve
siyah gözlüklü kadın, kutunun başındakilere fazla bakmaksızın hemen içinden
çıkmak istedi. “Seni çıkaracağız.” dedi adam. “Beni neden buraya koydunuz?”
diye soran siyah gözlüklü kadın buradan çıkacağına inanmak istemedi. Ama adam
kutuyu ters çevirerek onu inandırdı. Dışarısı, gerçekten de içerisinde metro ve
binalar bulunan bir şehirdi ve insanlar iş yerlerine yetişmek için hızlı
adımlarla yürüyorlardı. “Artık serbest miyim?” diye sordu siyah gözlüklü kadın
ama bunu gerçekten merak ettiği için değil yürüyüp yürümemeye karar vermek için
sormuştu. Adam “hayır” diyerek kapağı yeniden kapattı ve devam etti: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">“Bu karar
yargıca ait”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">“Demek
öyle,” dedi siyah gözlüklü kadın, başını sallayarak “demek ki bir insanı bir
yere hapsetmek ve onun üzerinde yapılabilecek bütün yaptırımlara sahip olmak
bir yargıcın haklarından.” Siyah gözlüklü kadının ne dediklerini tam olarak
anlamayan adam yanındakilere de bakıp evet cevabı niteliğinde başını salladı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> “Yaz tatiline kadar buradan çıkabilecek
miyim?” diye sordu kadın. Adam “Yargıca sorarım” cevabını verdi; “ Siz onu iyi
tanır mısınız?” “Elbette” dedi adam “Bir keresinde onunla market sırasında
beklemiştim.” Siyah gözlüklü kadın içinde bulunduğu beyaz kutunun içinde bir
kapının bulunduğunu ancak o zaman fark etti. Onun şaşkınlığını gören adam
“Evet, burada bir kapımız var.” Dedi, “Fakat buna karşılık buraya hapsettiğimiz
insanlar kapıyı aramaktan çok duvarları yumruklamayı tercih ediyorlar.” “Kapıya
pek şaşmıyorum” dedi siyah gözlüklü kadın, adama kızgın bir ifadeyle bakarak
“Asıl şaştığım beni dikkatsiz bulmanız!” “Yoksa dikkatsiz diyerek sizi
demediğim vakit dilimindeki halinizden daha farklı birine mi çevirdiğimi
düşünüyorsunuz?” diye sordu adam. “Evet” diye yanıtladı kadın “Gerçi sözlerinizle
beni etkileyemediğinizi söyleyemem, ama yakıştırmanızın beni neredeyse çok
öfkelendirdiğini söyleyebilirim. Şimdi ise “<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Kadın ansızın konuşmasını kesti, adam
kutunun kapağını açtı ve kadına eğilip fısıldadı: “Şimdi, buradan çıkmanız
gerekiyor.” Siyah gözlüklü kadın ağır ağır bakışlarını kaldırdı ve kapıdan
dışarı çıktığında kendini bir arenada buldu. Bu daha önce yazdığı kitabında
yaptığı mekan tasvirlerinden biriyle tıpatıp aynıydı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Siyah gözlüklü kadın adama bakıp,
şaşkınlığını yatıştıracak bir cevap almayı umarcasına bir soru soracakken, adam
konuşmaya başladı “Yargıcın buraya gelmesine az kaldı. Mahkemeye çıkacaksın.”
Kadın “Ne <span style="font-family: inherit;">suç işledim? Neden beni yargılıyorsunuz?” diye sordu ancak arkasından
gelen sesler onu irkiltmişti, kafasını çevirdiğinde bir mahkeme salonunun
içinde bulunduğunu gördü. Yargıç, hakim, müvekkiller ve şahitler odadaydı,
avukatın bulunması gerektiği yerde ona yolculuk boyu eşlik eden adam
bulunuyordu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> “Hırsızlık suçundan yargılanıyorsunuz!” dedi yargıç.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><span style="font-family: inherit;"> “Ama ben hiçbir şey çalmadım</span> ki” diye cevap
verdi siyah gözlüklü kadın.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> “Bizim mekanımızı alıp kurgunuzda
kullanmışsınız. Hatta zihninizin içinde oraya seyahat bile etmişsiniz!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> “Ama bu nasıl olur?” kadın şaşkınlıktan fal
taşı gibi açılmış gözleriyle hakime baktı.”İnsanları zihnindekilerle
yargılayamazsınız, bu hiç,” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Hakimin tokmağı siyah gözlüklü kadının
sözünü bölmüştü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> “Karar verilmiştir…”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Kadın cezasını çekmek üzere yolculukta
kendisine eşlik eden adam ile birlikte beyaz kutuya doğru yürümeye başladı.
İçeriye girdiğinde kutuda yalnızca birkaç küçük değişiklik vardı; duvarlar
şehrin rengiyle boyanmış ve üç boyutlu bir görünüm kazanmıştı. Kutunun
duvarlarına dokunmak için yürümeye başladığı anda görüntü de kutunun duvarları
ile birlikte kayıyor, kutunun merkezinden ayrılıp duvarlarına dokunmaya imkan
bırakmıyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> Kadın eğilip paçalarına bulaşan çamuru
temizledi. Kol saatine baktığında vaktin epey geçmiş olduğunu gördü. Eve gidip
bir uyku çekmek istedi ancak, biraz daha vakit kaybederse iş yerine geç
kalacaktı.<o:p></o:p></span></div>
<span style="font-family: "calibri" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> </span><span style="font-family: inherit; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Hızlı adımlarla iş yerine doğru yürümeye
başladı. Birazdan arkadaşlarını gördüğünde konuşmak zorunda kalacağı gündelik
problemleri ve beyaz kutuya kapatılmadan önce de bir kutunun içinde bulunup
bulunmadığını düşünmeye başladı. </span>Hilal Gübbükhttp://www.blogger.com/profile/03425204897191725475noreply@blogger.com0