“Ne gelir
elimizden..” diyor Edip Cansever; “İnsan olmaktan başka.”
Geçen gün elime
kahvemi alıp bilgisayarımın başına geçtiğimde Malcolm X hakkındaki haberi
okudum. Aklıma sekiz on yaşlarındayken okumuş olduğum bir kitap geldi. Ne
ismini hatırlıyorum, ne de yazarını ancak okuduğum kurgunun beynimde imgelenen
sahneleri aradan hiç vakit geçmemişçesine aklımda. Amerika’ nın karanlık
geçmişini anlatıyordu kitap, siyahi bir kölenin zorlu hayat hikayesiydi kitabın
konusu. O zamanlar belki de hayatımda hiç bir siyahiyi tanımamıştım ancak
mazlumun yanında olma içgüdüsü bana tanımadığım onca insanı sevmeyi öğretmişti.
Tüm bunların
yanında ise daha farklı bir bakış açısı kazanmıştım: Dünya annem, babam ve okul
arkadaşlarımdan ibaret değilse ve bir yerlerde birbirine zulmeden, savaşan, kan döken ve kanı dökülen insanlar
varsa bu insanlar neden huzur ve mutluluk içinde yaşamayı tercih etmek yerine kaosu
tercih ediyorlardı?
Refah, akıllarında
yalnızca para olanların yönettiği Amerika, Avrupa ve Avustralya ülkelerinindir.
Tüm dünya bu üç kıtanın etrafında pervane olur ve onların tatlı uykusunu
bölmemek adına kanlarını bile sessiz akıtır. Emperyalizmin hüküm sürdüğü dünya her yeni doğan Avrupalıya bir
gözlük verir, bu gözlük onlar ölünceye kadar çıkartılmaz ve vicdan azabı
çekmeden rahat bir hayat yaşamaları için özel olarak tasarlanmıştır. Bizler ise
bu gözlüğe sahip olamamanın vermiş olduğu kıskançlık ile birlikte daha farklı
yöntemler bulmuşuz, her ne kadar uzun bacaklı ve tüylü koca bir cüssemiz olsa
da, görmememizi sağladığı için işe yarıyor bu yöntem…
Zamanında Amerika’
ya göç eden İngilizler sahip oldukları “en sömürgeci” lakabını da kendileri ile
birlikte buraya taşımışlar. Bu ideoloji Amerika üretim ekonomisine tam 20
milyon köle gönderilmesi ile başlamıştır. Bu sistemin dehşetini en çok
iliklerine kadar hisseden ülke madenleri ile ünlü Kongo’ dur. Avrupalılar Afrika’
dan getirdikleri kölelerin kafalarını, iyi çalışamadıkları taktirde kesip evlerinde
dekor olarak kullanmışlardır. O dönemde Avrupalı zenginler aslan avı olan
hobilerini insan avı olarak değiştirmiş, Afrika çöllerinde sportif faaliyet
yapmışlardır. Bunun sonucunda ise 10 milyon Kongolu hayatını kaybetmiş, neyse
ki Avrupalıların canı sıkılmamıştır. Direnenlerin ise eşleri kaçırılmış,
tecavüze uğratılmış, işkenceler ile öldürülmüş, Afrika kıtası üzerinde gelmiş
geçmiş en büyük soykırım yapılmıştır.
Dünya 19. Yüzyıla
girmeye hazırlanıyorken emperyalist devletler Berlin Konferansı’ nda bir araya
gelerek Afrika ülkelerini ve madenlerini aralarında paylaşmışlardır. Bunu görüp
kıskanan Amerika ise seyretmekle kalmayıp bir parçada kendine kapmaya çalışmış,
Albay Mobutu sayesinde CIA ile Kongo üzerinde darbe yapmış, ülke kaynaklarını
Avrupalıların elinden almıştır. Ancak bir süre sonra bir problem çıkmış, Albay
Mobutu Karun gibi zenginleşen Amerikan şirketlerinden pay istemiştir. Neyse ki yedi
ülkenin Kongo’ ya saldırtılması üzerine bu sorun çözülmüştür. Bu saldırılar
sonucu iki buçuk milyon insan hayatını kaybetmiş ancak insan hakları savunucusu
hümanist batının problemi çözüldüğü için pek de önemli değildir.
2016 tarihine
geldiğimizde ve etrafımıza baktığımızda pek de bir şeyin değişmediğini
görüyoruz. Yöntem aynı, hesap aynı,
gözlükler aynı… “Böl, parçala, iç savaş çıkar, hallet” ideolojisine sahip olan
batı ülkeleri işe yarıyor olmakta olacak ki yöntemlerini değiştirmek gibi bir
zahmete girmemişlerdir. Afrika’ nın suyu emilip posası atıldıktan sonra
sıkılmakta olan yeni limon Ortadoğu’ dur. Avrupa ile Amerika bu ülkelerde
birbirlerini yıkmak için ordu göndermek yerine terör örgütü kurmayı tercih
etmektedirler ve bunun sonucu günümüzde bu ülkeler birbirlerine saldırmaktadır.
Küçükken sormuş
olduğum sorunun cevabını hala bulup bulamadığımdan emin değilim. Ancak bu süre
zarfında edindiğim bilgiler doğrultusunda kafamı biraz da olsa kumdan
çıkardığımda batıya ve doğuya bakmanın dışında bir çölün içinde bulunduğumu da
fark ettim. Birkaç kelime sarfedip yanımdakileri çimdiklemek bütün amacım. Bunu
yaparken sürç-i lisan ettim ise affola…